Nöropsikiyatri Arşivi; 2014;51(3):205-210
Şizofreni Tanılı Hastalarda Prolaktini Yükselten ve Az Etkileyen Antipsikotiklerin Prolaktin Seviyesi ve Kemik Mineral YoğunluğuÜzerine Etkileri
SD Bulut, S Bulut, V Tüzer, M Ak, E Ak, C Kısa, Ç Aydemir, E Göka
Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi, Ankara
Giriş: Bu çalışmada şizofreni tanısı alan hastalarda antipsikotiklerin prolaktin
seviyeleri üzerine etkisinin ve uzun süre antipsikotik kullanan hastalarda
hiperprolaktineminin kemik mineral yoğunluğu (KMY) üzerine etkilerinin
araştırılması amaçlandı.
Yöntem:
Çalışmaya DSM-IV’e göre şizofreni tanısı konulan, en az on iki aydır
aynı antipsikotiği kullanan ve çalışmaya alınma kriterlerini karşılayan ardışık
80 hasta alındı. Hastaların sosyodemografik özelliklerini içeren bilgi formu
dolduruldu. Klinik durumlarını değerlendirmek için pozitif ve negatif semptomları
değerlendirme ölçekleri (SAPS ve SANS) uygulandı, beden kitle indeksleri (BKİ)
belirlendi. Prolaktin düzeyleri Luminesan Immun Assay (LIA) ile ölçüldü. KMY
ölçümleri ise Dual Enerji Xray Absorbsiyometri (DEXA) yöntemi ile femoral ve
lumbar bölgeden yapıldı. Çalışmada haloperidol (n=20) ve risperidon (n=20)
prolaktini yükselten, olanzapin (n=20) ve ketiapin (n=20) ise prolaktini az
etkileyen antipsikotik olarak kabul edildi. Antipsikotiklerin KMY üzerine olan
etkileri bu gruplar arasında karşılaştırıldı.
Bulgular:
Haloperidol kullanan hastaların %60’ında, risperidon kullanan
hastaların %90’ında, olanzapin kullanan hastaların %25’inde ve ketiapin
kullanan hastaların %10’unda hiperprolaktinemi saptandı. Ortalama prolaktin
seviyesi prolaktini yükselten antipsikotik kullanan grupta anlamlı ölçüde yüksek
bulundu (p<0,001). Ölçüm yapılan bölgelerde KMY açısından gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu. Prolaktini yükselten grupta, tedavi
süresi ve klorpromazin eşdeğer dozları ile lumbar vertebra ve femur KMY, t ve
z skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon vardı (p<0,05).
Her iki grubun BKİ ve KMY değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif
korelasyon bulundu (p<0,05).
Araştırma Makalesi / Research Article
Doi: 10.4274/npa.y6628
Nöropsikiyatri
Arflivi
2014; 51: 205-210
Archives
of Neuropsychiatry
2014; 51: 205-210
206
Giriş
Hiperprolaktinemi antipsikotikler ile tedavinin sık karşılan,
önemli yan etkileri arasındadır. Bir ön hipofiz hormonu olan
prolaktinin salınımı, hipotalamustan tuberoinfindibular sisteme
salınan dopamin tarafından tonik olarak inhibe edilmektedir.
Antipsikotikler tuberoinfindubuler sistemdeki dopamin D2
reseptörlerini inhibe ederek dopaminin prolaktin üzerindeki
inhibisyon etkisini ortadan kaldırırlar ve hiperprolaktinemiye yol
açarlar (1,2).
Klinik olarak hiperprolaktinemi, plazma prolaktin seviyesinin
erkeklerde 18,00 ng/mL ve kadınlarda 30,00 ng/mL üzerinde olmasıdır.
Özellikle postnatal dönemdeki kadınlar, ergenler ve çocuklar,
erkek hastalara göre antipsikotik tedavi sonucu hiperprolaktinemi
gelişiminde yüksek risk altındadırlar (3).
Antipsikotikler ile yapılan çalışmalarda kadınlarda %60-
75, erkeklerde %34-43 oranlarında hiperprolaktinemi geliştiği
bildirilmiştir (1,2). Günlük 200 mg klorpromazin ya da 0,5-1,5
mg haloperidol gibi düşük doz antipsikotik uygulamalarında
bile prolaktin yükselmesi olabilmekte, ilaç dozu arttırıldıkça
prolaktin seviyeleri de orantılı olarak artmaktadır (4,5).
Antipsikotiklerin prolaktin seviyeleri üzerine etkileri farklılıklar
gösterir. Risperidon, paliperidon, amisülpirid ve sülpirid atipikler
içinde en fazla yükselmeye yol açanlardır. Klasik antipsikotikler
ve zotepin belirgin bir yükselmeye yol açarken klozapin, olanzapin,
ketiapin, ziprasidon, sertindol ve asenapin ise çok az ya da geçici
yükselmeler oluştururlar (6).
Antipsikotiklerin prolaktin seviyeleri üzerine olan etkilerine
göre “prolaktini yükselten” (prolactin-raising) ve “prolaktini
az etkileyen” (prolactin sparing) olarak kategorize edilmesi
günümüzde genel kabul gören bir görüştür (7,8).
Yüksek prolaktin düzeyi, hipotalamustan pulsatil gonadotropin
salgılatıcı hormon salınımını baskılayarak hipogonadizme neden
olur. Hipogonadizmin kadın ve erkeklerde kemik rezorpsiyonu
ve şekillenmesini olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir.
Yapılan çalışmalarda antipsikotiklerin uzun süreli kullanımda
hiperprolaktinemi ile ilişkili olarak KMY’de azalma ve osteoporoza
yol açabildiği bildirilmiştir (9,10,11).
Dünya Sağlık Örgütü’nce (WHO) osteoporoz, kemik kütlesi
ve kemik dokusunun mikro yapısında bozulma sonucu kemik
kırılganlığına yatkınlık ve kırık riskinde artış ile karakterize
sessiz, epidemik bir hastalık olarak kabul edilmektedir (12). WHO,
osteoporoz tanımını Dual Enerji X-Ray Absorbsiyometri (DEXA)
yöntemi kullanılarak elde edilen KMY ölçümlerine ve kırık varlığına
dayandırmaktadır (12).
Bu çalışmada; 1) Şizofreni hastalarında prolaktini yükselten
tipik antipsikotik ilaçlardan haloperidol ve risperidon ile az
yükselten ketiapin ve olanzapinin prolaktin seviyeleri üzerine olan
etkileri, 2) Hiperprolaktineminin KMY üzerine etkileri, 3) Kullanılan
antipsikotik dozu ve ilaç kullanım süresinin osteoporoz gelişme
riski ile ilişkisinin saptanması amaçlanmıştır.
Yöntem
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi (ANEAH)
Psikiyatri Polikliniğine ayaktan başvuran, DSM-IV tanı kriterlerine
göre şizofreni tanısı konulan ve en az on iki aydır aynı antipsikotik
ilacı kullanan ardışık 80 hasta prolaktin düzeyleri ve KMY
açısından incelendi.
On sekiz yaş altı, 55 yaş üstündeki hastalar, osteoporoza yol
açtığı bilinen metabolik kemik hastalığı tanısı alanlar, herhangi
bir endokrinolojik hastalığın muayene bulgularını gösteren ya da
endokrinolojik bir hastalığa bağlı anormal menstruasyonu olanlar,
menopoz, mental retardasyon, başka bir birinci eksen tanısı
alanlar, beslenme yetersizliği olanlar, biperiden dışında ilave bir
psikotrop ya da KMY’yi etkilediği bilinen glukokortikoid, heparin,
lityum, antikonvulsan ajanlar, oral kontraseptifler, antitiroid
ajanlar, vb. tedavi kullanlar çalışmaya dahil edilmemiştir.
Hastaların tümü tek tip antipsikotik tedavi alan, kısmi ya da
tam remisyonda olan hastalardır. Antipsikotik ilaçlar tedavi edici
doz aralığında olmakla birlikte doz sınırlaması yapılmamıştır.
Çalışma hastanemiz etik kurulu tarafından onaylanmış ve
çalışmaya katılan tüm hastalardan bilgilendirilmiş onam formu
alınmıştır.
Çalışmada haloperidol (n=20) ve risperidon (n=20) prolaktini
yükselten, olanzapin (n=20) ve ketiapin (n=20) ise prolaktini az
etkileyen antipsikotik olarak kabul edildi ve antipsikotiklerin KMY
üzerine olan etkileri bu gruplar arasında karşılaştırıldı.
Çalışmaya alınma kriterlerini karşılayan hastaların fizik
muayenesi yapılıp boy ve kilo ölçümü yapılarak BKİ’si hesaplandı.
Sosyodemografik özellikleri içeren bilgi formu dolduruldu.
Bulut ve ark.
Şizofreni Tanılı Hastalarda Prolaktini Yükselten ve Az Etkileyen Antipsikotikler
equivalent doses (p<0.05). BMI and BMD values of both groups also displayed
statistically significant positive correlations (p<0.05).
Conclusion:
The statistically significant differences in mean prolactin levels
and numbers of patients with hyperprolactinemia between the treatment
groups support the validity of classifying the antipsychotics as “prolactinraising”
and prolactin-sparing”. The relationship of BMD with the treatment
duration and doses in the prolactin-raising antipsychotic using group
was deemed to be important, since it indicated that a decrease in BMD
was to be expected in long-term antipsychotic treatment. (Archives
of
Neuropsychiatry
2014; 51: 205-210)
Key words: Schizophrenia, antipsychotic, prolactin, bone mineral density
Conflict of interest: The authors reported no conflict of interest related to this
article.
Sonuç:
Çalışmamızda gruplar arasında ortalama prolaktin seviyeleri ve
hiperprolaktinemili hasta sayısı yönünden istatistiksel olarak anlamlı
farklılığın bulunması “prolaktin yükselten” ve “prolaktini az etkileyen”
antipsikotikler tarzında bir sınıflamanın doğruluğunu güçlendirmektedir.
Prolaktini yükselten antipsikotik kullanan grupta tedavi süresi ve
tedavi dozları ile KMY arasında bir ilişkinin bulunmuş olması, KMY’deki
azalmanın uzun süreli tedavi ile beklenebilecek bir durum olmasına
işaret etmesi açısından önemli olduğu değerlendirilmiştir.
The Effects of Prolactin-Raising and Prolactin-Sparing Antipsychotics on Prolactin Levels and BoneMineral Density in Schizophrenic Patients
Introduction: We aimed to investigate the effects of antipsychotics on
prolactin levels in patients diagnosed with schizophrenia and the effects of
hyperprolactinemia on bone mineral density (BMD) in patients on long-term
antipsychotics.
Method:
In this study, we included eighty consecutive patients who were
diagnosed with schizophrenia according to DSM-IV, had been using the same
antipsychotic for the last ten months, and fulfilled the inclusion criteria. Data
on sociodemographic characteristics of the patients were collected through an
information sheet. The Scale for the Assessment of Negative Symptoms (SANS)
and the Scale for the Assessment of Positive Symptoms (SAPS) were used
to rate positive and negative symptoms of the patients. In addition, their body
mass indices (BMI) were calculated. Prolactin levels were measured through
luminescence immune assay and BMD measurements were made at lumbar
and femoral sites using dual-energy x-ray absorbtiometry. Haloperidol (n=20)
and risperidone (n=20) were assigned to prolactin-raising antipsychotic group,
and olanzapine (n=20) and quetiapine (n=20) were assigned to prolactin-sparing
antipsychotic group for this study. The effects of antipsychotics on BMD were
compared among these groups.
Results:
Hyperprolactinemia was determined in 60% of haloperidol using
patients, 90% of risperidone using patients, 25% of olanzapine using patients
and 10% of quetiapine using patients. Mean prolactin levels were found to be
significantly higher in prolactin-raising antipsychotic using group (p<0.001).
There were no statistically significant differences in BMD values between the
two groups, for the sites where the measurement was done. Lumbar spine and
femoral neck T-scores and Z-scores in the prolactin-raising group significantly
negatively correlated with the treatment durations and chlorpromazineequivalent doses (p<0.05). BMI and BMD values of both groups also displayed
statistically significant positive correlations (p<0.05).
Conclusion:
The statistically significant differences in mean prolactin levels
and numbers of patients with hyperprolactinemia between the treatment
groups support the validity of classifying the antipsychotics as “prolactinraising”
and prolactin-sparing”. The relationship of BMD with the treatment
duration and doses in the prolactin-raising antipsychotic using group
was deemed to be important, since it indicated that a decrease in BMD
was to be expected in long-term antipsychotic treatment